Gözünüz biraz olsun yan taraftaki arşive kaydıysa amacıma
ulaşmışım demektir. Sevmiyorum yeni açılan blogların içeriği “adım şu, burada
yaşıyorum, şu yaştayım” içerikli “merhaba” yazılarını. Sonuçta insanlar buraya
senin hayat hikayeni okumaya girmiyor değil mi? Bakıyor sitenin adına, neymiş
bisiklet dünyası, tamam diyor burada aradığımı bulurum ve okuyor. Bu kadar.
Şimdi beni bir tarafa bırakalım, ne işinize yarayacak bu
blog, onu anlatayım. Öncelikle “hey bisiklet tutkunları” diye seslenmiyorum
size. Ben de sizin kadar amatörüm çünkü ve asıl olarak bu blogdan bisikletle
ilişkisi ancak su bardağıyla lahmacunun ilişkisi kadar olanlara bir nevi
“bisiklet dünyasına giriş” dersleri vermek (ne haddimeyse!) Bu dersler
sırasında elbette ki bisiklet modellerine, bisiklet fiyatlarına, bisiklet
markalarına kadar her şeyden bahsedeceğiz. Hatta yeri gelecek, bisikletimle
yaptığım gezi yazılarını paylaşacağım sizinle. Fakat yine de bu blogda temel
olarak benimsediğim felsefe aslında size ders verme adında kendime bir şeyler
katmak. En iyi öğretmen, öğretmektir sonuçta değil mi? O halde başlayalım.
Ders 1: Bisiklete Giriş
Çok temelden alacağım. Dediğim gibi hem kendim hem de sizler
için. Bisiklet nedir? En düz ve TRT Türkçesi ile yapılacak olan açıklaması; iki
tekerlekli, pedallı, insan gücüyle ilerleyen bir ulaşım aracı şeklinde. Benim
için olan tanımıysa, ayağınızı yerden çok da kesmeden, kendinizi gökyüzünde
hissetmenizi sağlayan bir uçuş aracı. (: Olmadı mı? Bence oldu.
Bisikletin icadı konusunda, internetten yaptığım
araştırmalar sonucunda hala muallak diyebilirim. Bu saatten sonra da birinin
çıkıp “bisikleti ben icat ettim” diyecek hali olmadığını düşünürsek, yapacak
çok da bir şeyimiz yok sanırım. Ama neredeyse günümüzde kullanılan her icadın
prototipini defterine zamanında çizmesiyle meşhur Leonardo da Vinci burada da
karşımıza çıkıyor. Kimi kaynaklara göre 1492 yılında karalamış defterine
amcamız ilk bisikleti.
,
Bunun dışında bilinen ilk bisikletlerde, belki de
şaşıracaksınız ama, ayağınız hala yere değiyor. Bunlara koşu arabası demeyi uygun
görmüşler ve aslında haksız da sayılmazlar. Ardından Londralı bir amca çıkıp
(ki adı Denis Johnson Von Drais’dir) bu aletin patentini alıyor sonra da 300
tane üretip adına “yaya at arabası” koymuş. O dönem insanlarının
yaratıcılıkları gerçekten de fazla gelişmiş. (:
Yaya at arabalarının kullanım zorluklarından olsa gerek,
ömrü 6 ay kadar sürmüş ve aradan 40 yıl geçtikten sonra başka bir amcamız, 3 ve
4 tekerlekli bisikletler üzerine çalışmalar yapmıştır.
Günümüzde kullanılan bisikletlere en yakın olanı ise, 1885
yılında İngiltere’de piyasaya sürülmüş olan bisikletlerdir. Ondan önce
kullanılan yüksek tekerli bisikletler, insanda “bu ne yaa, şaka mı” hissiyatı
uyandırdığından olsa gerek, 15 yıl içinde insanlar “akıl var mantık var”
diyerek bisikleti günümüzdeki formuna kavuşturmayı başarmışlar.
Yarış bisikletlerinin akla gelmesi için ise 1885’in üzerine
neredeyse 80 yıl kadar düşünülmesi gerekiyormuş.
Dağ bisikletleriyse ilk olarak ABD’de 1970’lerin ortasında
çıkıyor…
Evet, bisikletin çok kısa tarihi bu şekilde.
Gelecek ders görüşürüz.
İyi sürüşler.